DENEMELER
DENEMELER
avatar
30 Nisan, 2022
634 gösterim

YENİDEN DİRİLMEK / Kemal ÖZAYDIN

Yeni güne, her yeni an’a Bismillah.

Bismillahirrahmanirrahim ile başlanmayan her anlamlı iş bereketsiz ve sonuçsuzdur, buyurdu o Yüce Resul.

Dedik ya “ümit vardan ötedir”, ümitsizlik emirle yasaklanmıştır, çaresizlik, çıkmazlar, ye’s kınanmıştır.

Öldük, bittik nidaları tevekkül yokluğu veya eksikliğinin bir neticesidir; muhakeme edilmeden, düşünülmeden anlık tepkileri ortaya koymaktadır.

Ölüm; acı gerçeklik, hüzün veren savruluş, görünenin görünmezliği, bilinenin bilinmez oluşu.

Her ne kadar “şeb i ârus” dese de aşkın imamı Mevlana Celâleddin Rumi. Herkes de Mevlana olmadığına göre yalın gerçeklik; ölümün insanoğluna acı verdiği, yüzünün soğuk olduğudur.

Anlık tepkilerden sıyrılıp düşünme ve tefekkür iklimine gelince, duygular dinginleşir. Akl-ı selim galip olunca ise Yaratan Allah’a kavuşmak; dünya gurbetinden ebedi yurda, nihayetsiz kerem sahibinin mutlak adil yargılaması sonrası ölümsüzlüğü yudumlamak…

Öldük, bittik denilen, sona erdi, yok oldu dediğimiz tam o nokta ise pek tabiidir ki yeni bir başlangıç, tohumun toprağa atılması.

Ölüm, ölümsüzlüğün başı. Kayıtlardan kurtulma, hareket alanının genişlemesi, gerçek özgürlük.

 

Kaydı anasırdan çıkıp

Can dost eline uçalı

Gıpta kılar bu haline

Şems ü kamerle asuman

(Osman Hulusi Efendi.)

 

Ayrı bir konu ama din, özgürlüğü nefsin isteklerini kontrol altına alma, yönetme olarak görür. İlahi kodlarda meşru olanla olmayana göre ayarlanmış şekilde. Çağdaş zamanın insanı ise nefsin her istediğini yapmayı özgürlük olarak görme gibi bir ön kabulle başlar hikâyeye…

Yeni başlangıç, Ümmül Kitap’ta çokça zikredilen, ısrarla vurgulanan bir husustur. Yüze yakın ayette yeni bir başlangıcın olacağı ve bunun ilk başlangıçtan daha kolay olduğu zikredilir.

Atalar sözü “Allah kimseyi gördüğünden geri koymasın” diyerek özetlemiş çok sözle anlatılacak konuyu.

Konumuz aslında yitirdiğimiz medeniyet tasavvuru ile ilgili. Üç kıtada at koşturup gönüllere kandiller yaktığımız, adeta beşeriyete mutluluk dağıttığımız zamanların yâd edilmesi ile ilgili. Şehirleri şehir, mahalleleri huzur, mabetleri (din, inanç ayrımı yapmadan) sığınılacak en emin yerler yaptığımız, insanı insan olmanın ötesinde başka bir yargı ile yargılamadığımız, Müslüman Türk’ün şanlı tarih sayfalarına duyduğumuz özlem ve bu kutlu mazinin yeniden dirilmesi.

Gördüğümüz değil ama okuduğumuz, bilgi ile haberdar olduğumuz, günümüz teknolojileri sayesinde görsel canlandırmalar ile daha yakın gerçeklikte izleyebildiğimiz geçmişimiz, özlem duymaya değer, yâd edilmeye layık şanlı bir tarih, kültür ve topyekûn medeniyet birikimi barındırıyor.

İnsanlığa hizmet, eser üretimi, insan yetiştirilmesi, kültür, sanat, tıp, astronomi, matematik, vb gibi alanlarda zengin bir geçmişimiz var. Zaferlerimiz, destanlarımız; bugüne, geleceğe ve bütün insanlığa iyi miras kalacak, güzel örnek olacak örf, âdet, gelenek ve göreneklerimiz var. Başarılarımız, buluşlarımız var. İsimlerini saymakla yorulacağımız insanımız, eserimiz var. Çağ kapatıp çağ açmışlığımız var.

Bir güzel başlangıçla, doğuşundan itibaren kendi etrafından bütün dünyaya doğru genişleyerek insanlığa neler katmışız, akılda kalacak örnekleri sıralamak isteriz:

Mensubu olmakla şereflendiğimiz, bahtiyar olduğumuz, dünya ve ahiretimizin tek ümidi Urvetül Vüska’mız İslam Dini 610 yılında o zaman “medeni..!” denilen dünyanın uzak bir bölgesinde doğdu.

Peygamberimizin vefatından yüz yıl sonra İslam orduları Paris’in kapısına dayandı. 732 yılında İslam orduları ile Franklar arasında yapılan Puvatya (Poitiers) savaşında İslam orduları (maalesef) yenildiler. İngiliz tarihçi Gibbon şöyle demektedir. “Şayet bu savaşta Müslümanlar galip gelseydi belki şimdi Oxford Üniversitesinde Kitâb-ı Mukaddes yerine Kur’an tefsirleri okunacak ve sünnet edilmiş halka minberlerden Muhammed’in dininin kutsiyeti ve doğruluğu ispat edilecekti.”

629 yılında Çin’e giden İslam öncüleri hükümdar Tay Çung’tan izin alarak İslam’ı anlattılar ve camii inşa ettiler.

Endülüs üzerinden Avrupa’ya giden İslam ordularının bir amacı da kuzeyden gelip İstanbul’u fethetmekti ve böylece hilal şeklinde bir coğrafyayı İslam’a kazandırmaktı.

Endülüs’ün Avrupa’dan çekilmesi arifesinde, Anadolu’da büyüyen Müslüman Türk dalgası bu defa İstanbul’u fethederek Viyana kapılarına dayandı.

Medeniyet kolay kurulmadı, sürekliliği, kadimliği gelişigüzel oluşmadı. Müslümanlar gittikleri yerlerde tahribat yapmadılar; eser yaptılar, insan gönüllerini alperen gelenekleri ile kazanmayı bildiler.

Buldukları bilgi ve sanatları “İlim müminin yitik malıdır nerede bulursa alsın.” emr-i resulüne uygun olarak aldılar, geliştirdiler. Hindistan’da ipek dokuyan ustaların parmaklarını kesen İngilizler gibi yapmadılar.

En önemli kültür malzemesi olan kâğıtta Müslüman imzası var. Bermekoğulları veziri El Fadıl Bağdat’ta kâğıt imalathanesi kurdu. Çin kökenli bu üretim daha sonra İspanya üzerinden Avrupa’ya geçti. Semerkant, uzun süre kaliteli kâğıt üretiminin merkezi oldu.

Nizamiye Medreseleri İslam ülkelerindeki üniversitelere örnek oldu. Bağdat’ta Mustansiriyye Medresesi’nde hukuk, pozitif bilimler, edebiyat ve sanatın okutulduğu uluslararası merkez kuruldu. Bu uluslararası ilim merkezleri daha sonra Paris’te dört Hristiyan milletin birleştirilmesi yoluyla taklit edilmiştir.

Marrakeş’te halife Ennasır, İbn i Rüşd ile Aristo ve Platon hakkında tartışırken Batı dünyasında aristokrat seçkin kesim okuma yazma bilmemeyi marifet sayıyordu.

Emevi halifesi Hâkim 400 bin ciltlik kütüphaneye sahipti. Ancak 400 yıl sonra “bilgin” lakaplı Fransız kralı V. Şarl 1000 civarı kitapla övünüyordu. Kahire’deki El-Aziz Kütüphanesi’nde 1.600.000 cilt kitap vardı.

Hollandalı bilim insanı Dozy: “Avrupa’da okuryazarlık sadece kilise çevresinde mevcut iken Endülüs’te yaşayan nüfusun nerdeyse tamamı okuryazardı.” demektedir.

Saraybosna; su şebekesine Viyana’dan 378, Londra’dan 148 yıl önce kavuşmuştur. 1965 te yayımlanan İtalyan gazetesi “Paris’teki evlerin % 80 ‘inin tuvaletinin olmadığını” yazmaktadır.

İbn i Sina, Farabi, El Kindi, Harezmi, Gazali, Biruni, Cezeri, Katip Çelebi, İbni Haldun, Ali Kuşçu, İbn i Hayyan, İbn i Rüşd, İbn i Heysem, Mimar Sinan, Akşemseddin, gibi kıymetlerimizin eserlerini saymağa kalemimiz yetmez; isimlerini sayarak rahmet, minnet ve şükranla analım.

Orta Asya’dan dünyanın diğer bölgelerine dağılan Müslüman Türk’ün Anadolu yolculuğu malumdur ki Sultan Alparslan’la Malazgirt’te başladı ve bu kutlu yolculukla doğunun ışığı dünyanın batısına taşınmış oldu. 1064 yılında Sultan Alparslan’ın Ani’yi fethi sonrası, Ebul Menucehr isimli komutan Sultan’ın direktifiyle doksan dokuz basamaklı minaresi, her otuz üç basamakta bırakılan havalandırması ile hem eser yaptı hem de bu esere ruh vererek Anadolu’da ilk camiyi inşa etti.

Selçuklu sonrası Beylikler dönemi; yine Müslüman Türk’ün bugüne erişen eşsiz eserleri ile coğrafyanın gelin gibi süslendiği bir kültür, sanat, medeniyet dönemi oldu. Osmanlı ise coğrafyanın boyutlarının dünya ölçeğinde büyüdüğü, kıtaları kuşattığı, âleme nizam verilen, insanların dünya ve ahiret hayatlarının huzurla dolduğu, kelimelerle ifade edilemeyen altı asırlık kutlu bir zaman dilimini bize miras bıraktı. Her kemalin bir zevali vardı ve tahakkuk etti.

Cemil Meriç’ten dinleyelim: “Kıtaları ipek kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar… Zafer sabahları kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, “Ben Avrupalıyım” demeğe başladı, “Asya bir cüzzamlılar diyarıdır.” Avrupalı dostları acıyarak baktılar ihtiyara ve kulağına “Hayır delikanlı!” diye fısıldadılar, “sen bir az-gelişmişsin.”
Ve Hristiyan batının göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir nişan-ı zişan” gibi gururla benimsedi aydınlarımız.”

Ve şair Rıza Tevfik Bölükbaşı’na kulak verelim:

 

Vardım eşiğine yüzümü sürdüm,
Etrafını bütün dikenler almış.
Ulu mihrabında yazılar gördüm,
Kim bilir ne mutlu zamandan kalmış!

İslâm'ın bahtiyar bir zamanında
Âb-ı hayat varmış şadırvanında,
Şimdi harâb olan sâyebânında
Dem çeken kuşların ömrü azalmış.

 

Yeniden dirilmeyi Allahu Teâlâ’nın insan ve dünyanın yaratılışı, dünyanın sonlanışı, ölüm sonrası insanın tekrar dirilmesi şeklinde aldık ya, işte o bize ilham verdi.

Dedik ki inançta, imanda kaybetmek, yok olmak yok. Bu şanlı medeniyetle yeniden dirilme imkânımız var, çünkü imanımız var.

Kurtuluş savaşı ile birlikte “yeniden dirildik”, derildik, toparlandık. Maziyi andık, evet ümitsizliğe düştüğümüz oldu, çelişkilerimiz oldu, kırılmalarımız, geri çekilmelerimiz oldu ve olacaktı. Ama Namık Kemal’in dediği gibi “fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır!”.

Yeniden toparlanıyoruz… Düşmanlarmız, saldıranlarımız, tuzak kuranlarımız oldu ve olmaya devam edecek. Maziden beri bize bel bağlayan gönül coğrafyamız yine bizden medet bekliyor, dua ediyor.

 

Bir gün yine doludizgin atlarımızla

Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla

 

Cennette bugün gülleri açmış görürüz de

Hâlâ o kızıl hâtıra gitmez gözümüzde

(Yahya Kemal Beyatlı)

 

KEMAL ÖZAYDIN